İŞTE SAHNE…

İŞTE İNSAN

            İthaki Bilimkurgu Klasikleri dizisi, 2015 yılından günümüze değin içinde muhteşem eserlerin bulunduğu 42 kitaplık(şu sıralar 43. kitap yayıma hazırlanıyor) bir bilimkurgu seçkisi verdi bizlere. Dizide Dune, Vakıf, Bir Uzay Destanı gibi serilerin yanı sıra Kaplan Kaplan, Çocukluğun Sonu, Yaban Diyarlarda Yabancı gibi efsane tekliler de bulunuyor. Benim üzerine konuşacağım kitap ise dizinin 35. Kitabı: “İşte İnsan”.
            İşte İnsan, yazarı Michael Moorcock’a “Nebula En İyi Kısa Roman” ödülünü kazandırmış. Nebula Ödülü ne peki diyenler için kısaca Amerikan Bilimkurgu Yazarları Derneği’nce o yılın en iyi eserlerine çeşitli kategorilerde dağıtılan oscarımsı ödül. Diğerleri de Hugo ve Lotus[1]... Her neyse. İşte İnsan, yazarın okuduğum ilk kitabı değil. Daha öncesinde Moorcock’un Eternal Champion’u Melribonlu Elric[2]’in altı kitaptan oluşan fantastik serisini okumuştum. Elric her ne kadar antikahraman[3] çekiciliğe sahip olsa da kitaplar genel olarak yavan ve sıkıcıydı. Kitaba başlamadan önce “yine kesin sıkıcı bir şeyler okuyacağım” gibi önyargıya sahip olduğumu belirteyim. Sıfır değil eksilerde bir beklentiyle okudum kitabı ve bir oturuşta da bitirdim. Bu bir oturuşta bitmesini kitabın akıcılığına yorabiliriz, sürükleyici bile diyebiliriz ama bence asıl sebep; üç kitaptır alışık olduğum Zaman Çarkı temposu ve oradaki minicik puntolarla bu kitaptaki devasa sayfa boşluklarının dengesizliğidir.
            “Peki bu ödüllü kısa roman bizlere ne anlatıyor, anlattığı bizde etki bırakıyor mu, bırakıyorsa nedir bu allah aşkına; bize onları de hele” diyorsanız oturun başlıyorum:
            Kitabımız, Hz. İsa’nın son günlerini merak eden yarı Hıristiyan yarı Musevi biri olan Karl Glogauer adlı zaman yolcusunun, M.S. 29 senesine gitmesiyle başlıyor. Karl’ın geçmişe gittiğinden emin fakat makinesi bozuluyor ve M.S. 29 senesinde sıkışıp kalıyor. Karl’ın macerası bu şekilde başlıyor ama kitap geneli karakterimizin çocukluğundan başlayarak bir ora bir bura atılan filaşbeklerle habire bölünüyor. Filaşbekler kahramanımızın başından geçen hazin olayları, kişiliğini ve yolculuğa çıkış motivasyonunu bize büyük ölçüde anlatıyor. Kitabın bilimkurguyla tek ilgisi hikayenin en başında kullanılan zaman makinesi. Bunun dışında kitap, teolojik bir kitap; dahası spekülatif ve inançlı insanları provoke eden cinsten.

Yazının devamında spoiler var, dikkatli olalım.

Yukarda yazdığım cümleyle ne kastettiğimi açayım. Kitabın yazılış amacı, halihazırda müthiş tartışmaların döndüğü Hz. İsa gerçekten yaşadı mı yoksa Hıristiyanlık tamamen kolpa mı konusuna alternatif bir bakış açısı kazandırmak. Uzatmayayım. Kitabın kahramanı Karl, Hz. İsa’yı bulmak için yollara düşer ve sonunda peygamberin ilk kez ortaya çıktığı Nasıra kentine varır. Sorup soruşturarak peygamberin evini de bulur. Fakat Hz. İsa beklediği gibi biri çıkmaz. Çünkü kitaba göre Hz. İsa konuşamayan, ağzından salyalar akan, işe yaramaz geri zekalının biridir. Kitabın bu tepe noktasıyla da yetinmiyor yazar. Hz. İsa’nın annesi Meryem’i önüne gelen herkesle yatan bir kadın olarak yansıtıp peygamberi de piç olarak gösteriyor. Durun dahası da var. Karl yaşadığı şokun etkisiyle gidip bir de Meryem’le sevişiyor. Yani evet, kitap bu yönüyle provokatif. Özellikle de Hıristiyan dini için. Hadi ama kimi kandırıyorsun Moorcock Efendi? Bunu bütün tek tanrılı dinlere uyarlayabiliriz. Yahudiliğe, İslam’a, başka herhangi bir dine…
Gelgelelim sonra neler olduğuna… Karl, Meryem’le yattıktan sonra iyice boşluğa düşüp Yahudi havralarına kapanıyor. Orada okuduğu dini metinlerin de etkisiyle tarihe bir İsa imajı bırakmaya karar veriyor. Böylece geçmişe yolculuk etmeden önce, yaptığı psikoloji çalışmalarının da bilgisiyle insanlara mucize dağıtmaya başlıyor. Psikotikleri konuşmalarıyla iyileştiriyor, nevroz dolayısıyla kör olmuşların gözünü açıyor, küçük bir numarayla suda yürüdüğüne bile inandırıyor insanları. İncil’den aklından kalanları insanlara anlatıyor. Dönemin insanlarının beklediği mesih imajı çiziyor ve başarıyor da. Etrafına havariler topluyor, sadece isimlerine bakarak. İhanete uğrayacağını söylüyor ve Yahuda’yı kendisine ihanet etmesi için görevlendiriyor. Çarmıha gerilmesini sağlamaları için Romalılara kendini bir tehditmiş gibi gösteriyor. Tek amacı gelecekteki İsa motifine uyacak bir şablon bırakmak. Bunun için çabalıyor, uğraşıyor… Ve istediğini de elde ediyor.  
Karl zamanda yolculuk yapmasının amacı olan İsa’nın çarmıha gerilişini kendi gözleriyle izleyebiliyor. Kendisi çarmıha gerilerek, kendisi İsa Mesih olarak…
Kitapla ilgili söylenecekler bu kadar diyebiliriz. Ben sadece kitabı bitirdikten sonra aklıma takılan bir noktaya değinmek istiyorum. Bu nokta hakkında çok düşündüm ve işin içinden yine çıkamadım ama paylaşmak istiyorum. Yazar kitap genelinde bize, inancımızın tümüyle saçmalık olabileceğini göstermeye çalışıyor. Bir İsa’nın ya da Muhammed’in olamayabileceği, dolayısıyla inançlı insanların kör birer ahmak olduğu seçeneğini yüzümüze vuruyor. Fakat Tanrı’nın bir inayeti olacak ki; kitabın sonunda Dünya tarihi kendisine bir İsa Mesih ediniyor. Yazar bunu ister zaman paradokslarıyla ister başka bir şeyle açıklasın, dünya tarihi nihayetinde bir İsa’ya kavuşuyor. Kitabı okuyan inançlı insanlar “bakın Yüce Yaratıcı’mız bize İsa’yı bu şekilde de gönderebilirmiş” diyebilir. Nitekim Tanrı’nın mutlak gücü her şeye kadir… Bana kalırsa kitap genelinde Jung psikolosiyle ezdiği dinlerin oyununa geliyor yazar. Eh durumu kendisine soracak halim yok, bu da böyle bir fikrimdir.  
Son olarak yazar bizlere, “Fikir mi gerçekliğin sebebidir yoksa gerçeklik mi fikrin” diye soruyor. Ben de aynen yazıma iliştiriyorum.

Açıklama ve Notlar

11-      Bu konuyu seven “A Man From Earth” filmini de sever.
22-      Alternatif dini hikaye okumayı sevenler Işık Tanrısı’nı de öper.
33-      “Fikir mi gerçekliğin sebebidir yoksa gerçeklik mi fikrin”. Bilemiyorum Altan, bilemiyorum.    




[1] Töreni düzenleyenlerin “kimsenin kalbi kırılmasın, herkese birer ikişer bir şeyler verelim” diye düşündüklerini düşündürten bilimkurgu ve fantastik ödüller.
[2] Fantastik bir seri olan Elric Destanı’nın baş karakteri ak saçlı, hüzünlü bir akraba katili. Stormbringer isimli dehşet güzel bir kılıcı vardır.
[3] Kısaca; iyi özelliklerinin yanında toplum nezdinde kötü sayılabilecek işler de yapan kahramanlara verilen isim.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar