KURGULARDA GERÇEKLERİ ARAMAK… YA DA DOĞRULARI

LUCKY STRIKE


            2016 yılı okuma listemdeki birçok güzel kitap ve seri içinde yeri ayrıca değerli olan bir yazar vardı: Ursula K. Le Guin[1]. O sene Ursula teyzemi okuyacaktım fakat ben kendisini Yerdeniz[2] serisiyle bildiğimden yazarlık orijininin aslında bilimkurgu olduğunu bilmiyordum. Bilmiyordum ama çok şükür Google[3] var ve ona istediğinizi sorabiliyorsunuz, ilginç olansa size istediğinizi vermesi. Her neyse. Google’dan Ursula teyzemin tonla kitabı olduğunu, bunların önemli bir kısmının ise bilimkurgu türünde olduğunu gördüm. Bir kere “Mülksüzler[4]” gibi bir “ağır abi”yi nasıl gözden kaçırmışım, inanılmaz. O sene sanıyorum Mülksüzler, Yerdeniz ve bir ya da iki başka kitabını okudum. Fakat okumak istediğim başka kitapları da vardı teyzemin. Özellikle Hainli Döngüsü[5], Batı Sahili Yıllıkları serisi[6], Metis Bilimkurgu Seçkisi[7] içinde olan kitaplar ve Vahşi Kızlar gibi kısa romanlar…
            Geçen yaz yukarıda okumayı istediğimi söylediğim Vahşi Kızlar kitabını okuma fırsatı buldum. Kitap yeterince iyiydi. Aşırı iyi, olağanüstü falan değildi ama iyiydi. Benim okuduğum kitabı basan yayınevi Versus Kitap’tı fakat gezdiğim kitapçıda kitabı Ayrıntı yayınlarının da farklı bir edisyonla bastığını gördüm. Üstelik kitabın kapağında “BİLİMKURGU” ibaresi de vardı. Bir iki bakınma sonrası Ayrıntı yayınlarının da kendine has bir bilimkurgu serisi yayımladığını anladım. İlk kitap olarak da Ursula teyzemin kitabını basmışlar, ne güzel. Ayrıntı bilimkurgu dizisinden haberdar olmam ile bu yazıda üzerine konuşacağım Lucky Strike kitabını okumam Ursula K. Le Guin’in yüzü suyu hürmetinedir. Nur içinde yat kısa saçlı feminist.
            Ayrıntı Bilimkurgu dizisi şu an ülkemizde oldukça popüler olan İthaki Bilimkurgu Klasikleri[8]’nin açtığı yolda, gösterdiği hedefe-yani paraya- doğru diğer yayınevine bir nevi alternatif olarak ilerlemekte. Benim ilk görüşüm alternatif bir dizi olacakları yönündeydi. Kitabı okuduktan sonra biraz araştırma yapınca dizideki kitapların referansının “outspoken authors” isimli bir seçki olduğunu öğrendim. Öyle yani, alternatifler. Farklı sesler görmeyi, konuşulmamış olanları duymayı isterseniz size ne yapacağınızı gösterdim.
Çevirmen ve editör ve diğerleri kitabın ismini orijinal olarak bırakmış, sebebini anlayabiliyorum. Rahatsız olan, yazıda ne diye Lucky Strike yazıyor Rut Efendi diye düşünen varsa durum benlik değil. Sonracığıma, kitap dizideki diğer kitaplar gibi aşırı ebatlı bir kitap değil. İçinde bir adet alternatif tarih kurgu öyküsü, bir adet makale ve bir adet yazarının başka bir yazarla yaptığı röportaj var. Seride daha önce okuduğum Gece Yarısı Gezegeninden Raporlar[9] kitabında da benzer bir tablo vardı, demek oluyor ki ilerleyiş bu şekilde devam edecek.
            Lucky Strike bir alternatif tarih kitabı, bilimkurgu kısmından emin değilim ama alternatif kısmı kesinkes doğru. Alternatif tarih ne demek peki, şu demekmiş: “Alternatif Tarih; yeni, alternatif veya paralel bir dünyada geçen, kurgu çeşitlerinin en meşhurlarındandır. Bir Alternatif Tarih örneği, tarihte yer alan önemli bir olayın veya bir ülkenin tarihinin çeşitli yollarla değiştirilmesiyle yazılır/çizilir.” Kitap içindeki hikayemiz de yakın tarihin en önemli olaylarından biri olan Hiroşima ve Nagazaki’ye atılacak atom bombalarını konu alıyor. Atılacak diyorum çünkü hikayenin başladığı noktada bombalar henüz patlamış durumda değil. Bu noktada hikayeyi özetleyeceğim çünkü hikayede herhangi bir spoilerla heves kaçıracak cinsten bir son olduğunu düşünmüyorum. Kendimce asıl değerli gördüğüm kısım hikaye bittikten sonra başlayan, yazarın “atom bombaları” üzerine yazdığı alternatif sonlardan oluşan makalesi. Yine de ben spoiler sevmiyorum diyen varsa, bu noktadan sonra devam etmeyebilir.



Lucky Strike

Japonya yakınlarındaki gizli bir üstte ABD’nin dünyadan özenle sakladığı özel bir program vardır. Bu programdaki askerler ileride yapılacak bombardımanda önemli bir rol oynayacaktır. Kahramanımız Yüzbaşı Frank January de bu askerlerden biridir. Frank yaşadıkları ortamdan, bitmek bilmeyen eğitimlerden, sonu gözükmeyen bombardımanlardan bıkmıştır. Bu yüzden malum çok “gizli” görev onun için bütün ışıltısını yitirmiştir. Yitirdiği tek şey heyecanı değildir, davranışları sebebiyle üstlerinin gözünden de düşmüştür. Bu sırada askeri program ilerlemiş ve son safhasına varmıştır. Fakat işler farklı işler, atom bombasını atacak bombardıman ekibi, eğitim uçuşu sırasında kaza geçirir(ilginçtir ki kazada ölen pilot gerçekten de Hiroşima’yı bombalayan albaydır. Enola Gay isimli uçağın pilotu Paul Tibbets) ve Frank bir anda yeryüzünün gördüğü en ölümcül silahı kucağında bulur. Bundan sonrası Frank için bir iç hesaplaşmaya döner, bombayı atmamak için kendini öldürmeyi bile düşünür fakat sonunda uçağa biner ve gider atom bombasını Hiroşima üzerine bırakır. Tek farkla: Bomba Hiroşima’nın kilometrelerce uzağına düşer, kimse ölmez. Frank görevini sabote etmiştir, masum insanların hayatını kurtarmış ve vatanına ihanet etmiştir. Frank görevden döner dönmez hapsedilir. ABD durumu kabullenemez ikinci bir bombayı Nagazaki’ye atmayı planlar. Operasyon düzenlenir, hava koşulları elverişli değildir ama yine de bomba atılır, bomba düşer, düştüğü yeri yok eder. Gelin görün ki kaderin bir cilvesi olarak atom bombasının düştüğü yer, insan yerleşiminin olmadığı bir adadır. Bunun üzerine ABD başkanı Japonya’ya “bakın sizi yok edebilirdik ama etmedik, teslim olun yoksa diğer bomba Tokyo’ya düşer” der. Japonya yıkımı görür ve yenildiğini açıklar, savaş biter. Yine ilginçtir ki savaşı sona erdiren tehdit fikrini veren kişi Frank January’dir. Frank tek masum insana kıymadan savaşı bitirmiştir. Frank kahraman olmuştur. Frank hain olmuştur. Frank kurşuna dizilerek öldürülmüştür.
Özeti okuyunca “harbi ya, bak böyle de bitebilirmiş” dediniz mi içinizden? Ben dedim. Çünkü şehirler yıkılmıyor, kimse –eh- ölmüyor, radyasyon yok, insan hayatına değer verilmiş ve savaş sonunda bitebilmiş. Her şey güllük gülistanlık… Neden böyle yapmamışlar ki! Bu yol da epey iş bitirici gözüküyor. Seçimini niçin bombanın atılmasından yana kullandın Truman ağa? Fakat sorun şu ki; önemli konulardaki karar alma süreçleri bu kadar basit ve insani değil. Belki gündelik, önemsiz durumlar için aldığımız kararların öncesini-sonrası pek önemsemeyiz fakat yaşadığınız, hayatınızı değiştiren bir olayı düşünün. Sizi o kararı almaya iten, o kararın sizin için olumlu-olumsuz yönlerini hatırlamaya çalışın. İşler biraz daha karmaşıklaşıyor değil mi? Hep de karmaşıktır zaten, canınızı sıkmayın.
 Her karar alma sürecinde olduğu gibi kişiler/kurumlar olay öncesi koşullarını, olay esnasındaki koşulları ve olay sonrası koşulları dikkate alarak en efektif yolu seçer. Bu böyle de olmak zorundadır.  Olmalıdır ki kaostan kaçınıp en azından yaşanılabilir bir ortam yaratılsın. Atom bombalarını kullanma seçeneği de elbette bu karar alma süreçlerinden geçmiştir. Ölen yüzbinlerce masum insana rağmen ne atom bombasını bizzat kendisi atan asker ne bu emri veren üst makam ne de bombayı yapan bilimadamları kendilerini suçlu hissetmez. Belki akıllarının uzak köşelerinin birinden geçirirler suçlu olma fikrini ama o kadar. Daha fazlası değil. Bombayı atmışlardır çünkü çoğunluk için en iyisi budur. Masum insanları öldürmüşlerdir ama daha fazla insanın ölebileceği savaş sona ermiştir. Dahası kendileri artık rahat içindedir, kahraman olmuşlardır. İnsanlar konu kendileri olduğunda genelde olayların olumlu yönlerine bakma eğilimindedirler. Atom bombası atılmıştır, atanlar savaşı kazanmış ve hayatta kalmışlardır. Alternatif daha iyi sonları düşünmek akıllarına gelse bile önemli değildir. Hem neden olsun ki?
Kitabın yazarı Kim Stanley Robinson kitapta yer alan röportajında kendisini muhalif bir insan olarak gördüğünü söylüyor. Muhtemelen okuyucusuna da yazdığı bu hikayesiyle daha insancıl bir bakış açısı kazandırmak istemiş. Bir ihtimal. Benim asıl hoşuma gidense hikaye sonrası yazdığı makale. “Başlangıç Koşullarına Duyarlı Bağlılık” adlı bu yazısında yazar, tarihsel olayları farklı modellerle inceleyebileceğimizi söylüyor. Aynı olayı bu modellerle irdeleyip açıklayarak olayın farklı ve dolayısıyla en makul olası sonuçlarını görmemizi sağlayacağını savunuyor. Farklı sonuçlarını görmemizi, düşünmemizi istiyor çünkü bir sonraki seçimi Frank January’nin değil de bizim yapacağımızı biliyor.  Bu yüzden tarihçilere de görev yüklüyor: “Tarihçiler, geçmişte önemli hareketler yapmış olan kişilerin düşüncelerini ve o yaptıkları işlerin koşullarını yaratıcı bir şekilde yeniden yapılandırmalıdır.”
Övüp durduğum tarihi olayların modeller üzerinde örneklenmesini buraya yazmak için çok uğraştım, toparlamaya çalıştım fakat bir türlü beceremedim. Modeller genellikle kuantum fiziği ve diğer fizik teorileriyle desteklendiği için açıklayıcı ve anlaşılır bir yazı yazamazdım. Sizin de aşinalığınızla belki kelebek etkisini yazabilirdim fakat o kadarı da yeterli gözükmedi gözüme. Bu paragrafa kadar ilginizi çektiysem ve kitabı okumayı düşünen olduysa zaten özür dilememe gerek yok diye düşünüyorum. Yok, eğer padişah ben isem gidin kitabı alın oradan okuyun!


Açıklama ve Dipnotlar: Editörüm değerlendirme kısmında bana yazıyı “ukala” biri yazmış diye çıkıştı ve ben aksini iddia edemedim. Kim edebilir ki?



[1] Bilimkurgu ve fantastik edebiyatın malum edebiyat çevrelerince ciddiye alınması bu teyzemizin eserleri sayesindedir.
[2] Altı kitaptan oluşan ve çoğunlukla büyücü “Çevik Atmaca”nın etrafında dönen fantastik seri.
[3] Bir arama motoru.
[4] Söylentilere göre “ikircikli bir ütopya”. Okumaya heves etmeyin; sıkıcı.
[5] Her biri farklı bir hikayeyi anlatan fakat arka planda tek evrenin varolduğu sekiz kitap ve sayısını bilmediğim öyküden oluşan bilimkurgu serisi. Döngünün tüm kitapları Türkçeye çevrilmiştir, okunması tavsiye edilir.  
[6] Yine teyzeme ait bir üçleme.
[7] 33 kitaptan oluşan ve deli paralara alıcı bulabilen bilimkurgu seçkisi.
[8] Şimdilik 40 kitaptan oluşan ve genellikle bilimkurgu türü için klasik sayılabilecek eserlerin yayımlandığı seçki.
[9] Nalo Hopkinson tarafından yazılmış, eh, bilimkurgu kitabı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar